Markalar da insanlar gibi değişmeye mecburdur.
Hiper dijital dünyada geleneksel marka yönetiminin artık esamesi okunmuyor.
Tüketici algıları ve tercihlerinin merkezde olduğu bir dünyada markanın dizginlerini tamamen elimizde tuttuğumuzu sanmak en basit ifadeyle saflıktır.
Aşırı rekabetçi, karmaşık ve çok boyutlu ilişkilerin yaşandığı günümüzde, yeni marka yönteminin kurallarını kendimize hatırlatmalıyız.
1- TÜKETİCİ MERKEZLİLİĞİ KABULLENİN
Tüketici merkezlilik ne anlamak gerekiyor? Tüm şirketler tüketici merkezli olduğunu iddia eder ama gerçekten öyle olan şirket sayısı oransal olarak iddiaların aksine azdır.
Tüketici merkezli bir marka kültürü geliştirmek zaman alır. Tüketici merkezli olmak pozitif müşteri deneyimine yüzde yüz odaklanmak demektir. Müşterinin ihtiyaçlarını ve taleplerini çok iyi anlamayı ve kendi markamızı buna göre konumlandırmayı gerektirir.
Tüketici merkezlilik “mutlu müşteriler”den, pozitif geri beslemelerden çok daha fazlasıdır. Marka sadakati, marka iletişimi ve müşteri deneyimini bir araya getiren uzun vadeli bir süreçtir.
Pazarlama karmasının 4P’sini mevcut ve potansiyel müşterilerle beraber vücuda getirmektir.
Müşterilerinize güvenip, onlara daha fazla güç verdikçe daha güvenilir olmak mümkün.
Yeni marka yönetiminin en önemli kuralı işte bu tüketici merkezliliği kabullenmektir.
2- KENDİ MARKANIZA SONUNA KADAR İNANIN
Farklılaşmak için ilk önce markanıza kendinizin inanması gerekiyor çünkü markanız logo, slogan, paket, sembol, yazı tipi, renk gibi maddi şeylerden önce güçlü bir fikirdir.
Fikirleri bulaşıcı hale getirmenin en başarılı yöntemi ise kendi fikrinize tutkuyla inanmaktır.
Marka yönetiminizi birkaç profesyonele bırakmak kadar yanlış bir şey yoktur. İşin özünde tüm çalışanlarınız markanızın parçasıdır. Yaratmak istediğiniz marka kültürünü ilk önce kendinizin yaşaması gerekir.
En başta kendinizi, sonra çalışanlarınızı ve ondan sonra hedef kitlenizi inandırın!
Otantik bir marka sesi yaratmayı, organik, uzun vadeli bağlar kurmayı ve marka savunucularına sahip olmayı mı hayal ediyorsunuz?
Markanıza sonuna kadar inanın.
Markanızı hiç bilmeyen birine onu bir dakikada anlatabilecek heyecana sahip olun.
En önemlisi de, markanızın olması gerektiği yerde konumlanması adına hedef kitlenizle dijital kanallar üzerinden samimi, çift taraflı ve gerçek bir iletişime geçin.
3- MARKA HİKAYENİZE ODAKLANIN
Yalnızca akla hitap etmek bir süreliğine ilgi çekse bile uzun vadede akılda kalıcılık sorunu yaşayabilirsiniz. Kalıcı olmak için hem akla hem de kalbe dokunmanız gerekir.
Taş devrinden beri hikayeler duygularımızı harekete geçirmeyi, verilmek istenen mesajın güçlü biçimde kitlelere aktarılmasını ve nesilden nesle geçmesini sağlamıştır.
Bugün de evrimsel olarak taş devri insanından büyük bir farkımız yok. Halen güçlü hikayelerin aurasına kapılıyoruz.
Marka konumlandırma bir hafıza işidir. Akılda istenilen yerde kalıcı biçimde konumlanmak, kitlelerin hafızasına markamızı ilmek ilmek işlemektir.
Beynin kısa dönemli hafızadan uzun dönemli hafızaya bilgiyi depolayan kısımlarıhipokampusve amigdala aynı zamanda duygusal süreçlerin işlendiği yerlerdir.
Markanızı yönetirken birer hikaye anlatıcısı olmalısınız. Her ne kadar bu marka yönetiminin yeni bir kuralı sayılmasa ve pazarlama bilimi çıktığında bile önemi bilinse bile şu bakımından bu kapsama alabiliriz: Artık kitleler özgün, otantik ve ilham verici hikayeler bekliyor.
Bir Netflix jenerasyonunu hikayelerle etkilemeye çalışmak eskisi kadar kolay değil. O halde marka hikayenize odaklanın derken bunu gerçekten kastediyoruz. “Mış gibi” anlatılan hikayemsi laf salatalarıyla insanları meşgul etmemelisiniz.
Hele ki, bir operatörün geliştirdiği “yeni” drone teknolojisi için “hiç kullanmamak dileğiyle” gibi hikaye anlatmaya direnen tarzda lafların hiçbir karşılığının olmadığını görmelisiniz.
4- FARKLILAŞMIYORSANIZ TAKLİT EDİYORSUNUZDUR
Yaptığınız iş ne olursa olsun o işi yapış, kavrayış ve işe bakış yönünden orijinalleştiremiyorsanızsadece bunu daha önce yapanları taklit ediyorsunuzdur.
Taklit etmek başkalarının arka bahçesinde oynamaktır. Genelde hoş karşılanmazsınız.
Daha iyi olmak tek başına yeterli değil. Tercih edilebilir olmak istiyorsanız aynı zamanda daha farklı olmalısınız.
İnsanlar evrimsel geçmişleri gereği statükoyu değiştirmek istemezler. Bir köstekli saatteki çalışan dişliyi kim değiştirmek ister ki?
O yüzden diğerini değil de sizi seçmesini sağlayacak devrimi yaratmalısınız.
Starbucks, Amazon, Google, Apple, Tesla, IKEA, Coca-Cola, Disney, Nike bunu yaptı. Mevcut pazardaki statükoya meydan okudular ve zamanla kendi pazarlarını oluşturdular.
Elbette onlar kadar radikal devrimler yapmayı düşünmek herkes için gerçekçi olmasa bile farklılaşmaya doğru gidecek her adımın marka bilinirliğinizi sağlama konusunda fayda getireceği de aşikar.
Farklılaşayım derken yapılan en büyük hataysa kendinizi rakibinizin tam karşısında, onun zıddı olarak tanımlamaktır. Bu sizi kabuğunuza hapsetmekten ve ipleri rakibinizin eline vermekten başka bir işe yaramayacaktır.
5- RİSKİN DOZUNU ARTIRIN
Denenen bin kere denendiği için bir kez de siz denediğiniz zaman ancak bin birinci olursunuz.
Dijital ekonomiye geçtiğimiz bu değişim çağında; yapay zeka, insansız araçlar, nanoteknoloji, artırılmış gerçeklik, dijital asistanlar, uzay turizimi bir kol uzağımızdayken eski bakış açılarına hapsolmak hiçbir işe yaramayacaktır.
Söylemlerinizde, mesajlarınızda, hikayelerinizde, yeni ürünleriniz ve hizmetlerinizde sıradışı olmaktan, klişeleri yıkmaktan, statükoya meydan okumaktan, kısacası risk almaktan çekinmeyin!
Neler düşünüyorsunuz? Marka yönetiminde cesur kararlar vermenin getirebileceği avantajlara ve dezavantajlara dair neler demek istersiniz? Söz sizde!
Bu makale B4Mind Marka Danışmanlığı tarafından Türkiye’nin en iyi pazarlama blogu B4Mind Blog için hazırlanmıştır. Konu dışındaki soru, teklif ve görüşlerinizi bize info@b4mind.com adresinden de ulaştırabilirsiniz!